ve celîli vukû’il-mekarihi fiha.
Ve huve belaun te-tûlu muddetuh, ve yedûmu mekamuh. Ve la yu-haffefu an ehlih.
Liennehu la yekûnu illa an ğaza-bike ventigamike ve sahetik. Ve haza ma la tekû-mu lehu’s-semavatu ve’l-arz.
Ya seyyidî fekeyfe lî ve ene abduk’ez-zaîf’uz-zelîl’ul-hakir’ul-miskin’ul-mustekin.
belaya; orada meydana gelecek büyük zorluk ve acılara?
Halbuki o belanın müddeti uzun, kalışı süreklidir ve ehline bir hafifletme de olmaz.
Çünkü bu azap, senin gazap, intikam ve hoşnut-suzluğundan kaynaklanır. Bu ise göklerin ve yerin dayanamayacağı bir şey. Ey seyyidim!
O zaman senin güçsüz, zelil, hakir, muhtaç ve biçare bir kulun olan ben nasıl dayanabilirim?
Ya ilâhî ve Rabbî ve seyyidî ve mevlaye, li-eyyi’l-umûri ileyke eşkû ve lima minha eziccu ve ebkî.
Li-elîm’il-azabi ve şiddetih, em litûl’il-belai ve muddetih. Fe-lein seyyertenî li’l-ugûbati maa a’-daike ve cema’te beynî ve beyne ehli belaik, ve ferragte beyni ve beyne ehibbaike ve evliyaik, fehebnî ya ilâhî ve seyyidî ve mevlaye ve rabbî,
Ey mabudum, Rabbim, seyyidim ve ey mev-lam!
Hangi şeyden dolayı sana şikâyette buluna-yım ve hangisi için ağlayıp sızlanayım ben? A-zabın elem ve şiddetine mi?
Yoksa belanın de-vamı ve süresinin uzunluğuna mı? Eğer bana ceza çektirmek için düşmanlarının yanında yer verirsen ve bela ehliyle beni bir araya toplarsan, beni dostların ve velilerinden ayırırsan, ey ma-budum, ey seyyidim, mevlam ve Rabbim!
sabertu ela azabike, fe-keyfe asbiru ala firagik.
Ve habnî ya ilâhî sabertu ala harri narike, fe-keyfe asbiru an’in-nazari ila kerametik. Em keyfe eskunu fi’n-nari ve recaî afvuk.
Febi-izzetike ya Seyyidî ve Mevlaye, ugsimu sadigan lein terek-tenî natigan, le-eziccenne ileyke beyne ehliha zecîc’el-amilîn.
Farzen, azabına tahammül etsem bile, senin ayrılığına nasıl dayanabilirim? Diyelim ki ate-şinin hararetine dayandım;
ama keremine na-zar etmekten mahrum olmama nasıl sabrede-yim? Yahut affını ümit ettiğim hâlde ateşe nasıl gireyim.
İzzetin hakkına ey seyyidim ve mev-lam, sadakatle yemin ediyorum ki: Eğer konuş-mama izin verirsen, cehennem ehli arasındaki
Ve le-esruhanne ileyke surah’el-mustasrihîn, ve le-ebkiyenne aleyke bukae’l-fakidîn, ve le unadi-yenneke ayne kunte ya veliyy’el-mu’minîn, ya ğayete âmâl’il-ârifîn, ya ğiyas’el-musteğisîn, ya habibe gulûb’is-sâdigîn, ve ya ilâh’el-âlemîn.
E-feturake subhaneke ya ilâhî,
ümitliler gibi sürekli dergâhına yönelip inle-rim. Medet dileyenler gibi feryat edip yardım dilerim senden ve bir şeyini kaybedenler gibi ağlayıp sızlarım sana ve seni çağırıp “Nerede-sin ey müminlerin velisi!”
der dururum; ey âriflerin en yüce arzusu! Ey medet dileyenlerin imdadına yetişen! Ey sadık kalplerin dostu!
Ve ey âlemlerin ilâhı (neredesin)? Ey mabudum! Münezzehsin sen. Ve ben sana hamt ediyorum.
ve bi-hamdike, tesmeu fîha savte abdin musli-min sucine fîha bi-muhalefetih, ve zage ta’me azabiha bi-ma’siyetih, ve hubise beyne atbakiha bicurmihi ve cerîretih, ve huve yeziccu ileyke zecîce muemmilin li-rahmetik, ve yunadîke bi-lisani ehli tevhîdik, ve yetevesselu ileyke bi-rubû-biyyetik.
Olacak şey mi, sana karşı gelmesi yüzünden
cehennemde tutulan ve günahından ötürü onun azabını tadan ve onun tabakaları arasında, işle-diği suç ve cinayetten dolayı hapsedilen Müs-lüman bir kulun sesini duyasın da affetme-yesin.
Oysa o kul, rahmetine göz diken biri gi-bi inlemekte ve tevhit ehlinin diliyle seni ça-ğırmakta ve rubûbiyet makamını vasıta ederek sana el açmada.